Merkez

Merkez

Tunceli Hakkında:

1935’te çıkartılan bir yasayla kalan Kasabasının da içerisinde bulunduğu Tunceli adını alan bölgenin adı Dersim olarak bilinmektedir. Dersim, Dimili lehçesinde der (kapı), sim (gümüş) sözcüklerinden oluşan bir isim tamlamasıdır. Türkçeye gümüş kapı olarak çevrilebilecek Dersim ile ilgili olarak M.Ö. 4. Yüzyıllarına ait bilgiler bulunmaktadır. Yunan gezginlerinin burası için Daranis dedikleri görülmektedir. M.Ö. 519 yılında, Dara (Darius), Perslere kral olunca tarihçi Ptolemy, bugünkü Tunceli’yi, Daranalis olarak kaydetmektedir. Bu isim, yüzlerce yıl kullanılmıştır. Dersim adının kökeni, Hazar Denizi’nin güneyindeki Pers öncesi halklardan biri olan ve Deylem bölgesinde yaşantılarını sürdüren Deylemlilerle de ilişkilendirilmektedir. Moğol işgaline kadar yurtlarını koruyabilen Deylemliler, 1256 yılında gerçekleşen Moğol işgalinden kaçarak bugünkü Tunceli’ye yerleştikleri sanılmaktadır. Dersim adının da bu halktan geldiği düşünülmektedir. Cumhuriyet’ten önceki resmi yazışmalarda kullanılan Dersim adı, 1935’de çıkartılan bir yasayla Tunceli’ye çevrilmiştir.

Tunceli, çok sarp ve dağlık bir bölgedir. Tarihi olarak çok eski çağlara dayanması, korunaklı bir yapısı olmasıyla doğrudan ilintilidir. 1968-1970 yıllarında Çemişgezek ilçesi yakınında bulunan Pulur Höyüğü’nde yapılan kazılarda Tunceli tarihi hakkında önemli bulgular ortaya çıkarmıştır. Höyük’te, MÖ. 5000-3000 yıllarına ait kültür katmanlarında tunç Çağı’na ait bilgiler elde edilmiştir. Bu kazılarda kale görünümünde evlere, evlerin içinde çeşitli bölümlere, ocak, dibek ve öğütme taşlarına çeşitli hayvan resimlerinin yapıldığı kabartmalara, tunç iğne ve kazma gibi madeni eşyalara rastlanmıştır. İlk sakinlerini Orta Asya’dan gelen Türk kavimlerinin oluşturduğu Tunceli, daha sonra Anadolu’da büyük bir siyasal birlik oluşturan Hititlerin egemenliğine girmiştir. Hititler’in M.Ö 13. yüzyılda Tunceli yöresine hâkim oldukları anlaşılmaktadır. Tunceli, Hititler’den sonra Hurriler, Babiller ve Asurlar’ın egemenliği altına girmiştir.

Mazgirt ilçesinde bulunan kalede yapılan araştırmalarda rastlanan çivi yazılı belgelere göre Hitit Devleti yıkıldıktan sonra bölgeye, M.Ö. 12. yy’da Urartuların egemen olduğunu gösteren bulgulara rastlanmıştır. Mazgirt Kalesi, Bağın Kalesi ve Kalaköyü Kalesi’nin Urartulara ait olduğu anlaşılmıştır.  Bu tarihten sonra Tunceli, önce M. Ö. 7 yy’da Azerbaycan Yöresi’nde ortaya çıkan Medler’in; sonra da M.Ö 4. yy’da Persler’in eline geçmiştir. M. Ö. 333-330 yılları arasında Tunceli, Büyük İskender’in Asya Seferiyle birlikte Makedonya İmparatorluğu’nun topraklarına dâhil edilmiştir. İskender, çekilirken, bölgeye Sabıktaş’ı vali olarak bırakmış; Tunceli, Sabıktaş’a karşı ayaklanan Pers Soylusu Anarates’in kurduğu Kapadokya Krallığı’nın kontrolüne geçmiştir. Daha sonra İskender’in yerine geçen Perdikes tarafından Makedonya Krallığı’na bağlanan Tunceli, çok geçmeden tekrar Kapadokya Krallığı’nın eline geçmiştir. Bu egemenlik, M.S. 20’li yıllardan itibaren Romalıların bölgeye egemen olmasına kadar sürmüştür. Tunceli zaman zaman eski İran’da Medler ile Akamenidler’den sonra kurulan üçüncü yerel hanedanlık olan Partlar’ın eline geçse de Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinden sonra Bizans toprağı olmuştur. Bizans’ın, Sasaniler’den gelecek saldırılara karşı doğal bir kale konumunda bulunan Tunceli’ye büyük önem verdiği görülmektedir. Sasani saldırıları sonucu birkaç kez el değiştiren Tunceli, Arap ordularının 639’da bölgeyi fethetmesine kadar Bizans’ın egemenliği altında kalmıştır. Araştırmalar, Bizans İmparatorlarından Leon Çimişkes’in bu bölgede doğduğunu ve gençliğini burada geçirdiğini göstermektedir. İmparator olduktan sonra bugün Çemişgezek olarak bilinen köyünü, verdiği önem ve yaptığı yatırımlarla “Çimişkesopolis” adıyla şehirleştirdiği söylenmektedir.

Arapların kendi içindeki anlaşmazlıklarından yararlanan Bizans imparatoru 11. Justinianus, Ermenilerle birlikte yöreyi egemenliği altına aldığında tarihler 685 yılını göstermektedir. Tunceli, 699 yılında, İslam orduları tarafından Bizanslılar’dan geri alınmış; ancak bu sefer de, 724-743 yıllarında Hazarların denetimine girmiştir. Hazarların egemenliği, Abbasi Halifesi Harun ür-Reşit’in düzenlediği saldırılarla son bulmuştur. Zaman zaman İslam devletlerindeki iç karışıklığını fırsat bilen Bizans’ın yeniden ele geçirdiği bölge, Türkler’in Anadolu’ya girdiği Malazgirt Savaşı sonrasında Bizanslılar’a karşı bağımsızlığını ilan eden Ermeni asıllı Komutan Filaletos’un hanlık toprağı haline gelmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’yle Büyük Selçuklu Devleti arasındaki egemenlik savaşını da fırsat bilen Filaletos, 1086’ya kadar bölgedeki egemenliğini sürdürmüştür. Bu tarihte Anadolu Selçuklu Devleti’nin Büyük Selçuklu Devleti’ne yenilmesi sonucu, Melikşah’ın Harput ve Dersim yöresine gönderdiği Çubuk Bey Filaletos’u yenerek hanlığına son vermiştir. Böylece 1071’de Anadolu’ya giren Türkler, Tunceli’yi 1087 yılında egemenlikleri altına alabilmişlerdir.

Tunceli’nin kuzey kısmı Türk beylerinden Ahmet Gazi Bey’in Mengücek Beyliği’ne dahil edilmiştir. Güney kısmıysa Çubukoğulları’nın egemenliği altında kalmıştır. Diyarbakır’da bulunan Artukoğulları da Tunceli’yi ele geçirme niyetindedir. Bu nedenle Çubukoğulları’yla uzun süren bir savaşa tutuşmuşlar; 1115 yılında Çubukoğulları’nı yenerek, Tunceli’nin güneyini kendi topraklarına katmışlardır. 1163 yılında ise yörenin Danişmendi Yağıbasan’ın eline geçtiği; ordusuna direniş gösteren Tunceli halkının çok büyük bir kısmını Sivas’a sürgün edildiği görülmektedir.

 

Bu tarihten sonra 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı’na kadar yörenin egemenliği AnadoluSelçukluları’ndadır. Ancak bu savaşta Selçuklular yenilince bölge Moğolların denetimi altına girmiştir. Bilindiği üzere Moğol istilâsı, Anadolu için tam bir yıkım haline dönüşmüştür. Bu yıkım ve felaketten kurtulan tek bölge olarak Tunceli, Moğol zulmünden kaçan Türk boylarına da sığınak olmuştur. Tunceli, 1252 yılına kadar merkezi Erzincan’da bulunan Türkmen Mengücekoğulları Beyliği sonra da sırasıyla İlhanlılar (1256-1353), Celayirliler (13401431), Timurlular (1370-1507), Karakoyunlular (1380-1469) ve Akkoyunlular’ın (1340-1514) egemenliği altında yaşamıştır.  Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar Akkoyunluların yönetimi altında bulunan Tunceli, 1473 yılında yapılan Otlukbeli Savaşı’ndan sonra Osmanlı yönetimi altına girmiştir.

Kısa bir süre Safevi hükümranlığı altına girmişse de, 1514’te Yavuz Sultan Selim’in Safevi’lere karşı düzenlediği Çaldıran Seferi sonrası Osmanlı toprağına dönüştürülen Tunceli, Çemişgezek Beyliği’ne bağlanmıştır. Daha sonra aralarında Tunceli’nin de bulunduğu Çemişgezek Beyliği, Çemişgezek, Pertek, Sağman ve Mazgirt olarak çarsancak’a (4 sancak) bölünmüştür.

Bu tarihten Tanzimat Fermanı’nın okunduğu döneme kadar, Tunceli’nin, Osmanlı toprakları içinde bulunmakla birlikte devletin kesin denetimi altına girmediği; denetim altına almak ve devlet otoritesi kurmak için yapılan girişimlerin de direnişle karşılaştığı görülmektedir. Padişah 3. Ahmet döneminde, İran- Osmanlı Savaşı sürerken, Çarsancak Beyleri’nin 1726 yılındaki şikâyeti üzerine, Diyarbakır Valiliği’nin, 1733’de, Tunceli’de düzeni sağlamak için ordu gönderdiği bilinmektedir. 1798’de ise bu kez Muş Sancağı Mutasarrıfı Murad’a verilen hükümle düzeni bozan aşiretlerin cezalandırılması istenmektedir.

Tanzimat Fermanı, bölgedeki karışıklık ve ayaklanmaların devam ettiği bir dönemde yayınlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin yeni baştan idari olarak düzenlenmesine de vesile olan Tanzimat Fermanı ile birlikte bölgedeki idari yapılanmada da düzenlemelere gidilmiştir. 1848 yılında, Çemişgezek ve Pertek sancakları birleştirilip, Dersim Sancağı’na dönüştürülerek Elazığ’a bağlanmıştır. Merkezi Hozat yapılan Dersim Sancağı’nın diğer merkezleri de Gürcanis, Kuruçay, Ovacık, Mazgirt, Kuzucan ve Kemah ile Koçgiri aşiretinin yaşadığı bölgeler olmuştur. 1859`da sancağın merkezi Hozat’tan Ovacık’a nakledilmiştir.

1875’de yol yapımı ve Redif Taburları için asker toplanması isteğine olumsuz bakan aşiretlerin egemen olduğu Tunceli, 1880 yılında il haline getirilmiştir. İlk Vali de Fikri Paşa’dır. Fikri Paşa’nın yürüttüğü çalışmaların olumsuz sonuçlanması ve başka etkenler nedeniyle Tunceli, 1888’de tekrar Mutasarrıflığa dönüştürülmüştür.

Birinci Dünya Savaşı patlak verene kadar Osmanlı Devleti’nin bugünkü Tunceli bölgesiyle yakından ilgilendiği; yüksek rütbeli subaylara hazırlatılan raporlardan anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminde hazırlanan ilk rapor, 1896 tarihini taşımaktadır ve 4. Ordu Komutanı Zeki Paşa tarafından hazırlanmıştır.

Zeki Paşa’nın hazırladığı rapora Şakir Paşa’nın itiraz etmesi üzerine Saray’ın, Şakir Paşa’dan bir rapor hazırlamasını istediği anlaşılmaktadır. Şakir Paşa’nın hazırladığı rapor, 1899 tarihini taşımaktadır. Şakir Paşa, bölgedeki yoksulluk ve zarurete vurgu yaparak, çözüm önerilerini sıralamaktadır. 1903 yılındaysa Dersim Mutasarrıfı Arif Bey tarafından bir rapor hazırlanmıştır. Elazığ Valiliği eliyle Dahiliye Vekaleti’ne sunulan raporda bölge insanının hayat kaygısına dikkat çekilmektedir.

1903 yılında Mutasarrıf olarak atanan Celal Bey de, bölgede kaldığı üç yılın sonunda hazırladığı raporda, geçim darlığı ve arazi ihtilaflarının giderilmesi gerektiğini belirtmektedir. 2. Meşrutiyet’in gerçekleştiği 1908’de ise Devletin, bölgenin sorunlarını yerinde tespit etmek için Ali Paşa başkanlığında bir heyet oluşturduğu görülmektedir.

Yine de bugün Tunceli adıyla bilinen bölge sorunlu olmayı sürdürmüştür. Bu durum, Birinci Büyük Savaş’a kadar devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslar, Pülümür’e kadar gelmişler; ancak, gördükleri büyük direniş nedeniyle çok kayıp vermiş ve Tunceli’ye giremeden geri çekilmişlerdir. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte bölge önce Dersim sonra da Tunceli adıyla il yapılmıştır. Dersim ilinin merkezi, Cumhuriyet’ten önce mutasarrıflık olan Hozat’tır. 25 Aralık 1935 tarih ve 2884 sayılı Kanunla Dersim adı Tunceli’ye dönüştürülmüş; geçici merkezi de Elazığ olmuştur. Yasanın ilk hazırlığında Munzur olan il adı, dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın önergesiyle Tunceli olarak değiştirilmiştir. Yeni kurulan Tunceli iline, Erzincan’ın Pülümür, Elazığ’ın Nazımiye, Hozat, Mazgirt, Pertek, Ovacık ve Çemişgezek ilçeleri bağlanmıştır.

Tunceli’nin merkezi 30 Aralık 1946 tarih ve 4993 sayılı Kanunla Hozat’tan bugünkü merkezine taşınmıştır. Bugünkü Tunceli ilinin bulunduğu merkezin asıl adı Kalan’dır.

 

Doğal Güzellikleri:

Düzgün Baba Dağı:

Nazımiye’ye yaklaşık 15 Km. mesafede bulunan Düzgün Baba Dağı, Tunceli Merkezi ile Nazımiye arasında bulunmaktadır. Yüksekliği 2.097 metre olarak belirlenen Düzgün Baba Dağı’nın tepesinde adına Çile (Çele) denilen bir de mağara bulunmaktadır. Rivayete göre dağa adını veren Düzgün Baba’nın annesinin ısrarı üzerine babası tarafından gönderilen insanlar, Düzgün Baba’ya bu mağarada rastlamışlardır. Önemli ziyaret yerlerinden biri olarak kabul edilen Düzgün Baba Dağı’na Tunceli tarafından gelenler Kıl Köyü; Nazımiye’den gelenler ise Günlüce ve Çevrecik köyleri üzerinden ulaşabilmektedirler.

Düzgün baba dağı

Munzur Vadisi Milli Parkı:

Tunceli - Ovacık arasında uzanan Munzur Vadisinde, 42.674 hektarlık bir alan 1971 yılında Mili Park olarak ilan edilmiştir. Türkiye’nin en büyük milli parklarından biri olan “Munzur Vadisi Milli Parkı”, Tunceli ili kent merkezine 8 km uzaklıkta başlayıp, vadi boyunca Munzur Dağlarına kadar gitmektedir. Kuzeyde 3300 metreye kadar yükselen Munzur Dağları, Mercan ve Munzur Suyu vadileriyle parçalanmıştır. Bu bölgenin milli park olarak ilan edilmesinde etken olan öğeler, başta akarsu kaynakları ve gözeler olmak üzere zengin doğal veriler, endemik bitki türleri ve yöreye özgü hayvan türleri ile zengin bitki örtüsü ve yabanıl hayvan varlığıdır. Munzur vadisi sahip olduğu irili ufaklı dağlar ve tepelikler, buzul gölleri, yaz kış berrak akan akarsuları ve bu akarsu ve derelerin binlerce yılda oluşturdukları oyuntular, dik bir duvar gibi ortalama 1000 m. yüksekliğe varan uçurumlar, vadiyi ilginç görünüme sokmaktadır. Bu ilginç jeomorfolojik yapı dünyada benzeri az bulunan bir doğa peyzajı sunmaktadır. Bu yapı içerinde oluşmuş çeşitli mağara ve diğer oluşumlar bölgede yaşayan birçok yaban hayvanlarının korunmasına ve üremesine uygun ortamlar olarak dikkati çekmektedir. Munzur Suyu ve Mercan deresinde yaygın ve yoğun olarak bulunan yöreye özgü nadir alabalık türleri, dağ keçisi ve çengel boynuzlu dağ keçisi adlarıyla bilinen iki tür dağ keçisi ile av kuşlarından ur kekliği yabanıl yaşamın yöreye özgü değerlerini oluşturmaktadır.  Milli parkın kuzeyinde, Munzur Dağlarının üzerinde 2000-3000 metrelik zirvelerde yer alan buzul gölleri, Ovacık ilçe düzlüğünde gözeler ve kanyonlar ile vadi boyunca dökülen şelaleler parkın doğal değerlerini zenginleştirir. Mutlaka görülmesi gereken bir milli parktır.

Munzur Vadisi:

Tunceli’nin dağı kadar ünlü olan Munzur Vadisi, Munzur Dağlarının orta bölümündeki tepelerin güney yamaçlarında yer almaktadır. Munzur Vadisi, dağın doruklarından pek çok kol halinde başlamaktadır. Munzur Suyu yatağının ve vadinin genişlediği yerlerde doğal bitki örtüsüyle, vadinin dar ve derin olduğu yerlerde dik yamaçlardaki ilginç kaya oluşumları ilgi çekicidir. Yer yer kanyon ve şelalelere rastlanan Munzur Vadisi’ndeki Laç Deresi’nin oluşturduğu ve doğuda Pülümür Çayı’na kadar uzanan kanyon çok etkileyicidir. Vadide Tunceli’nin karakteristik bitkilerinden biri olan Huş ağacı da yetişmektedir. Söz konusu vadi yatakları, Tunceli’nin en büyük ovası konumunda bulunan Ovacık’ta birleşir. Munzur Vadisi, Tunceli merkezinde Pülümür Vadisi ile birleşerek güneye uzanmaktadır. Munzur Vadisi, Keban Baraj Gölü’nün başladığı noktada bitmektedir.

Munzur Vadisi

Munzur Vadisi

Munzur Çayı:

Çay, Munzur Dağlarının doruklarından biri olan Ziyaret Tepe’nin eteklerinden doğmaktadır. Tunceli Merkezi’nde Pülümür Çayı ile birleşerek Keban Baraj Gölü’ne dökülmektedir. Munzur Suyu, çok sayıda dere ile beslenmektedir. Yer yer derin boğazlar içerisinde oldukça hızlı akan Munzur Suyu’nun Ovacık-Tunceli arasında kalan kısmı, akarsuyu doğuran gözelerden başlayarak, vadi boyunca gerek bitki örtüsü ve yabanıl yaşam, gerekse farklı doğa peyzajı açısından çok zengindir.

Munzur Çayı’nda Rafting

Evliya Çelebi, Seyahatname’de, Munzur Çayı için şunları yazmaktadır: “Murat Nehri’nden uzak yerlerde (Ovacık) nahiyesinde Munzur Baba Azizin dağından çıkan küçük bir kaynak olup Murat Nehri’ne karışır. Bu nehir her sene Ağustostan başlayıp kırk gün acı ve kırk gün tatlı akar. Nehrin lezzetli alabalığı olur. Avcılar ziyaretten aşağıda balık avlarlar. Eğer ziyaret yanında avlarlarsa balıklar pişmez. Bu pınarın kuzeyinde bir dağ vardır. Orada Munzur Baba’nın diktiği bir ağaç vardır ki, gayet siyahtır. Bu ağacı kim keserse zarar çeker...» Çay suyunun sıcaklığı kış aylarında 0 – 4 C, yaz aylarında 18 - 20 C’dir.  Munzur Suyu, başta kırmızı benekli alabalık olmak üzere, balık varlığı açısından oldukça zengindir. Yöreye özgü endemik türleri ve lezzetiyle ekonomik bir değer oluşturan alabalık, bölge turizmine de katkısı büyüktür. Debisi çok düzenli olmamakla birlikte, Aşağı Torunoba – Sarıtaş - Halbori Gözeleri arasındaki yaklaşık 20 kilometrelik kısmı, rafting sporuna elverişlidir.

Munzur Çayı’nda Rafting

Halbori Gözeleri:

Halbori Gözeleri

Halbori Gözeleri, Tunceli’ye 20 kilometre uzaklıkta Ovacık yolu üzerindedir. Munzur Çayı’nın kenarında, derin ve kayalık bir vadinin içerisinde bulunmaktadır. Halbori Gözelerinin suyu çok soğuktur. Bir dinlenme ve mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Doğal yapısı ve muhteşem güzelliğiyle ilgi çekmektedir.

 

Kaleler:

Ambar Köyü Kalesi:

Tunceli merkezine bağlı Ambar Köyü’ndedir. Kalenin kitabesi bulunmamaktadır. Ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kaleyle ilgili kaynaklarda da yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kale kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Giriş kapısı kayaların oyulması ile oluşturulmuş, bunun arkasına da iç içe üç oda yapılmıştır. Kale içerisinde sarnıç kalıntıları vardır. Ayrıca çevresinde de sulama kanallarına ait izler görülmektedir.

Müzeler:

Tunceli Müzesi:

Gezi Yazarları Eylül Deniz Gündoğan ve İrem Doğa

Tunceli İli, Doğu Anadolu Bölgesi’nde karasal ikliminin yaşandığı, birçok güzelliğe sahip olan, farklı kültürlerden etkilenmesine karşın kendi benliğini kaybetmemiş, Anadolu’nun sevgi ve samimiyet dolu bir ilidir. Doğal güzellikleri, geçmişte barındırdığı birçok uygarlıktan kalma tarihi yapılarıyla yeri geldiğinde inanç, yayla, kültür, kış, termal, av, doğa sporları gibi birçok turizm çeşidini barındırıyor. Son yıllarda birçok turist tarafından ilgi gören ilimiz, çarşı merkezde yeni açılmakta olan müzesiyle birçok kişinin ilgisini çekecek gibi görünüyor. Müzenin yeri Seyit Rıza Meydanı’nında, geldiğinizde konaklayabileceğiniz Grand Şaroğlu Otel’in ise hemen yanında bulunmakta. Müzenin adı “Dersim Müzesi” olarak seçilmiş. Müzenin bulunduğu yapı ise 1936 yılında Almanya ve Avusturya mimarisiyle askeri Kışla olarak yapılmış olan yaklaşık 83 yıllık askeri kışlanın restore edilmesiyle oluşmuş. Müze yaklaşık 2000 tarihi eserle bölgenin ne kadar zengin bir tarihe ve kültürel bir mirasa sahip olduğunu gösteriyor. Müze kütüphane, Alevilik, arkeoloji ve etnografya bölümlerinden oluşuyor. Geçmişte ilimizde bulunan eserlerin bir kısmı müze olmadığı için Elazığ’ a götürülmüş. Müze açılınca geri getirilmiş. 

Ziyaret Alanları:

Ana Fatma Ziyaret Alanı:

Ana Fatma Ziyareti

Gezi Yazarı Murat Yıldız

Dersim kültürünün inanç ve kültür çeşitliliğinin en önemli özelliği kapsayıcı olmasıdır. Her kilometre başında bir evliyanın mekânıyla karşılaşmak mümkündür. O mekânlardan bir tanesidir Ana Fatma... Tunceli merkeze araç ile o dakika uzakta Munzur Vadisi Milli Parkı'nın içinde yer alır. Tunceli halkının inanç merkezlerinin başında yer alan yerlerden biridir. Ana Fatma'nın hikâyesi peygamberler dönemine kadar dayanır. Çünkü Ana Fatma Hz. Muhammed'in kızıdır. Efsaneye göre Ana Fatma, Cebrail ile cennete gider ve cennette oynayan yeşil ve kızıl başlı iki çocuk görür. Bunların kim olduğunu sorduğuna doğacak çocukları olduğunu öğrenir. Neden farklı renkte olduğunu sorduğunda ise, yeşil başlı olanın Hasan olduğunu ve zehirlenerek; kızıl başlı olanın da Hüseyin olduğunu ve Kerbela’da şehit edilerek öldürüleceğini öğrenir. Cennetten çıktıktan sonra oğullarının yasını tutar. Ana Fatma’yı ziyaret edenler Hz. Fatma’nın yasına ortak olurlar, mumlar yakarlar ve dualar ederler.

Ana Fatma Ziyareti

 

Doğa açısından da zengin olan Ana Fatma Ziyareti'nde zengin bir fauna ve flora vardır. Bölge yasal olarak koruma altındadır ve geleceğe el değmeden bırakmamız gereken bir yer olarak Tunceli'de gezilecek yerlerin başında gelmektedir.

Ana Fatma Ziyareti

Düzgün Baba Ziyaret Alanı:

Düzgün Baba Ziyareti

Şah Haydar, Kureyş olarak da tanınan Derviş Mahmud Hayrani’nin oğludur. Tunceli’nin Zeve yakınlarında bulunan hayvanlarına daha rahat bakmak için Zargovit Tepesi’ne bir ev yapar. Öyle ki, zemheri ayında bile keçileri gayet besilidir. Babası Derviş Mahmud Hayrani, böyle besili olması için oğlunun hayvanlara ne yedirdiğini merak eder. Merakını gidermek için Şah Haydar’ın bulunduğu Zargovit Tepesi’ne gider. Rivayet edilir ki, Şah Haydar’ın elindeki çubuğu değdirdiği meşe ağaçlarının hemencecik filizlendiğine şahit olur. Keçiler de filizlerden yiyerek beslenirler. Derviş Mahmud Hayrani, Şah Haydar’a görünmeden dönmek isterken, keçilerden biri, birkaç kez hapşırır.  Şah Haydar, hapşıran keçisine dönerek, “ne oldu, babam Derviş Mahmud’u mu gördün; niye hapşırıyorsun” diye sorar. Gayri ihtiyari arkasına döndüğünde, babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini farkeder. Babasına bizzat adıyla hitap ettiğini duymuş olmasından ve babasına karşı mucize yaratmış olmasından mahcup olan Şah Haydar, Düzgün Baba Dağı’na kaçar ve burada yaşamaya başlar.

Düzgün Baba Ziyareti

Rivayet edilir ki, kaçarken ayağındaki kışın karda giyilen hediklerle birbirine uzaklığı yaklaşık 5 kilometre olan Zargovit’ten Düzgün Baba Tepesi’ne üç adımda gitmiştir. Bastığı yerde hediklerin taşlara bıraktığı izler hala durmaktadır. Annesi, eve gelmeyen Şah Haydar için endişelenir. Babasından oğlunun durumunu öğrenmesini ister. Derviş Mahmud Hayrani de, Şah Haydar’ın durumu hakkında bilgi getirmeleri için taliplerini gönderir. Talipler, Düzgün Baba Dağı’nın tepesinde Şah Haydar’ı görüp, pirlerine iyi haberle dönerler. Şah Haydar’ın durumunun iyi, işinin düzgün olduğunu; selam ve hürmetler gönderdiğini söylerler. Bu “işi düzgündür” sözü dilden dile dolaşır ve Şah Haydar’a Düzgün Baba denilmeye başlanır. O günden sonra 2.500 metre yükseklikteki bu dağa da Düzgün Baba Dağı denir. Dağ, o günden bu yana kutsal olarak bilinir. Çok sayıda insan tarafından ziyaret edilir; adaklar adanır, kurbanlar kesilir. Düzgün Baba Efsanesi yörede halen hâkim olan babaya saygının eskiden beri var olan bir geleneğin ifadesidir.

Tunceli’nin Yöresel Giysileri:

Gezi Yazarı Hazal Kurnaz

Tunceli Doğu Anadolu bölgesinde karasal iklimin yaşandığı bir ilimiz. Giyim ve kuşamı da buna göre şekillenmiştir. Ancak günümüze gelindiğinde eski zamanlardaki fistan ve şalvarların yerini pantolon ve etekler aldı. Eski değerlere önem verenler hala bu ürünleri almakta. Bu ürünlerin satıldığı yerler genellikle çarşı merkezde bulunmakta. Genellikle çoğunun bir adı ve kartviziti yok 50-55 yıllık yerler olduğu için hepsi biliniyor. Buralarda el emeği göz nuru her şeyi bulabilirsiniz: patiğinden şallarına yazmasından fistanına...  Ayrıca bez bebekler de yine bu yörede oldukça bilinir. Eskiden kız çocuklarının oynamak için yaptıkları bebeklerde oldukça beğeniliyor. Bu yerlerden biri hemen seyit Rıza Meydanı’nın karşısında bulunan Mehmet amcanın dükkânı, hemen hemen 52 senedir işletilen bu dükkân nerdeyse Tunceli’nin yöresel kıyafetlerinin merkezi diyebiliriz. Ülke içinde ve ülke dışında oldukça tanınan biri Mehmet amca, kültürel açıdan ilimize katkı sağlayan önemli insanlardan bir tanesidir. Ayrıca kıyafetlerin bir kısmını da eşi kendi elleriyle dikmiş. Bazı görselleri sizlerle paylaşalım:

Biri Doğal mı Dedi?

Gezi Yazarı Hazal Kurnaz

Tunceli sanayi bakımından pek gelişmemiş bir bölge olduğundan halk genellikle kendi ürününü kendisi üretir ve kullanır. Özellikle gıda alanından birçok yiyecek kurutulur ve kışa hazırlanır. Bunun dışında yemeklere konan kurut tereyağı gibi yiyeceklerde aynı şekilde özenle ve tamamen doğal bir şekilde hazırlanır. Gidebileceğiniz tüm yerler gibi bu ürünleri satan bir kaç yeri de yine sizin için gezdik. Bu yerlerden bir tanesi Ahmet Çakar'ın işletmesi olarak karşımıza çıkıyor. Organik, doğal ve yerli ne ararsanız tümü burada mevcut bulunuyor. Bu işletme 1983’ten beri çalışmakta.  Yöremize ait nerdeyse unutulmaya yüz tutmuş eskisi kadar üretilmeyen birçok ürünü yine buradan bulabilirsiniz. Yöremize özgü birçok ürün, yurt içi ve yurt dışı için burada satışa sunulmaktadır. Ayrıca müşterilerinden aldığı dönütler de oldukça olumlu. Birçok müşterisi uzun yıllardır kendisi ile iletişimde. En çok satılan ürünleri: Bal, tereyağı, çökelek, tulum peyniri...  Bu ürünler aynı zamanda üreten kişilere de ekonomik kazanç sağlamakta.

Çakar Köy Ürünleri Adres: Moğultay Mah. Dar Sok. No:3 Merkez/Tunceli

Telefon: 0 428 212 11 19 – 0544 620 52 84